Mutlaka Şans Vermeniz Gereken 6 Animasyon Dizisi
Animasyonlara bayılıyorum ya! Tek sınırın hayal gücü olduğu ve iyi yapıldığında neredeyse kusursuz bir görsel medya türü olarak eşi benzeri zor bulunan bir kavramdır kendileri. Bu tür sayesinde bir kağıt ve bir kalemle dünyayı değiştiren hikayeler anlatabilirsiniz. Bugün bu yazımızda bu mecranın bana göre en iyi eserlerine bir saygı duruşunda bulunmak için toplandık. Yazı sadece dizileri kaplayacak ve animelere bir istisna hariç girmemeye çalışacağız. Zaten animeler başlı başına bir liste olacak bir konu başlığı, şimdi girersek çıkamayız.
Gennedy Tartakovsky’nin Clone Wars’u
Öncelikle temel bilgiyi vereyim, bizim Cartoon Network’de gördüğümüz Dave Filoni’nin Clone Wars’undan önce, şu anda Otel Transilvanya serisi ile uğraşan Tartakovski abimizin Clone Wars’u vardı. 2003 yılında başlayan ve belli bir süre sonra yerini 3D Clone Wars’a bırakan bu seri, sanırım en iyi Star Wars içeriklerinden birisidir desem, abartı olmaz. Hatta biraz daha iddialı olalım, prequel döneminin zirvesi diyelim. Üzgünüm RotS 🙁
Clone Wars’u oldukça basit ama etkili sahneler yığını olarak tanımlayabilirim. Harika estetik, minimum diyalog ve Star Wars’un “uzay destanı” tanımına cuk oturan bir tarz ile katkı sağlar bu sahnelere. Ayrıca Skywalker hikayesi içerisinde Güç kullanıcılarının hakkını veren tek eser olduğunu söyleyebilirim. Filmlerde gördüğümüz berbat koreografi yüzünden benim bile kavgada alabileceğim zayıf savaşçıların gitmesi ve sadece yumruklarıyla droid orduları kesen ulu jediların gelmesi bunun en basit örneğidir. Yani tamamıyla fan service içeren sahneler izlemek istiyorsanız ve Revenge of the Sith’i benim gibi 20 kere izlediyseniz, en doğru yere bakıyorsunuz demektir.
Bir bilgi de vermem lazım, diziyi Disney+ üzerinden izleyebilirsiniz ama şu an Türkiye’de erişime açık olmadığı için VPN kullanmanız şart.
Batman: The Animated Series
Batman hakkında daha fazla ne denebilir bilmiyorum. Kendisi dünya üzerindeki en çok bilinen, fizik derslerinde okutulan, gelmiş geçmiş en harika eserlerde yer almış bir figür; hatta bir sembol, bir fikirdir. Basitçe bir insanın en üst limitidir Batman. En güçlü, en hızlı, en zeki, en çok şey bilen, en zengin; kısaca mükemmele en yakın insan olarak tasarlanmakla kalmamış, günümüzde bile gördüğümüz her formatında bizi şaşırtmaya devam etmiştir. Hatta Solomon Grundy’yi tek eliyle kaldırıp yere vurduğu sahneyi halen unutamam. Batman aşırı derecede sağlam yazılmış bir karakter cidden.
Batman’i yıllarca harika eserler içerisinde defalarca gördük. Dark Knight Returns’ün harika çizilmiş sahnelerinden Nolan’ın hayranlığını yaşattığı devasa sekanslara, Arkham City’nin ıssız sokaklarından Mobius koltuğuna oturup bilgi tanrısına dönüştüğü sayfalara… Batman 80 yılı aşan bir destandı gerçekten. Ama bu eserler arasında öyle birisi vardı ki, bu fikri kocaman bir jenerasyonla tanıştırmakla kalmamış; basit ama etkili sahnleri sunma anlamında bir mihenk taşı olmuştur. Elbette bahsettiiğim seri, daha geçenlerde kaybettiğimiz Kevin Conroy ve Luke Skywalker abimiz Mark Hamill’ın başrollerde olduğu Batman: The Animated Series’dir.
Batman The Animated Series, ya da BtAS, 90’lar nesli için unutulmaz bir seridir. Özellikle o yıllardaki çizgi film kuşağını kaçırmayanlar için yeri ayrıdır. Gotham’ın karanlık atmosferini daha iyi yansıtmak için siyah kağıtlar üzerine çizilen BtAS, başta Joker olmak üzere Batman evreninin her köşesinden karakterleri kullanan, bunları harika bir estetik ve basit ama çok etkili hikayelerle harmanlayan bir maceradır. Dolu dolu, yrinde ve uzun bir macera. Diziyi uzun uzun anlatmak istemiyorum, zira hem eksik bölümlerim var hem de bu destanı kendiniz yaşamanızı öneriyorum.
HBO Max ülkemizde bulunmadığı için diziyi nereden izleyebileceğinizi bilmiyorum ama olur da bir formatını bulursanız, görsellerin harika bir seviyeye ulaştığı remastered versiyonunu izlemenizi öneririm. Ha bir olasılık daha var, Blu TV ve HBO arasındaki anlaşma sayesinde bir şans Batman’imize kavuşabiliriz.
Neon Genesis: Evangelion
Neon Genesis: Evangelion; depresyonun ve çöküşün nirvanasını yaşayan; hayatı, sevgiyi, aşkı, inançları, insan olmayı ve düşünebileceğiniz diğer her şeyi kendi bakış açısından anlatmak isteyen Hideaki Anno’nun bize kazandırdığı bir hazinedir. Özellikle 24. bölümden itibaren seriyi devralan End of Evangelion filmi, halen tüm zamanlardaki favori filmlerimden birisidir. 90’ların sonuna doğru 26 bölüm ve bir uzun metraj filmleri ile izleyicilerin karşısına çıkan Evangelion, 2000’lere geldiğimizde rebuild adı altına 1.0, 2.0, 3.0 ve 3.0 +1.0 filmleriyle tekrar canlanmıştır. Günümüze geldiğimizde ise anime tarihinin en iyi eserlerinden birisi (hatta belki en iyisi) olarak janraya damgasını vurmuştur.
Evangelion’u izlemeyen birisine özetlemek, hatta baştan sona anlamak, imkansız geliyor. Kendi kurduğu müthiş dini hikayeden Shinji’nin sadece sevilmek isteyen bir insan olmasına, harika yaratılmış sinematografisinden 1 bölüm boyunca devam eden monologlara, aşk kavramına bakış açısından insanların yok oluşuna yaklaşırken yaptığı davranışlara… Evangelion cidden anlatılabilecek bir şey değil. Bütün dizi, baştan sona bir düş gibi geçiyor. Bu listeyi okurken, her ne kadar favorim başka bir seri olsa da, eğer hiçbirini izlemedim derseniz; ilk önerim Evangelion olacaktır. Star Wars gibi, bir kere izlediğinizde hiç aklınızdan çıkmayacak, hayatınızın sonuna kadar sizi takip edecektir.
Diziyi ve End of Evangelion’u Netflix’ten izleyebilirsiniz. Ama rebuildleri de izlemek isterseniz Amazon Prime almanız gerekmektedir. Fiyatı dolayısıyla pek sıkıntı olacağını düşünmüyorum.
The Simpsons
Efsanevi çizgi film yaratcısı Matt Groening ustanın, bana göre olmasa da, en iyi eseri kabul edilen The Simpsons, halen devam eden en eski çizgi film olması sebebiyle devasa bir popülariteye ulaşmıştır. Yani, Simpsons abi bu. Köyde yaşayan 80 yaşındaki halam bile kaç kere görmüştür ne olduğunu. Daha fazla ne diyebilirim ki hakkında. Simpsons için yetişkinlere yönelik animasyonları ana akıma kazandıran, üstüne üstlük kendi başına bir kültüre dönüştüren en önemli isimdir diyebilirim.
Simpsons’ı bir zaman kapsülü olarak izlemenizi öneririm. Ben çok bölümünü izlemedim, sadece belli başlı yerleri izledim hatta, ama Groening’in seyir kalitesi ustalığını buram buram hissetmekle kalmadım; dediğim gibi bir zaman kapsülü olarak da değerlendirdim. Mesela rastgele bir sezon açtınız ve izlemeye başladınız. Bölümleri izlerken o sezonun geçtiği yıllar hakkında bir çok şey görebiliyorsunuz. Üstelik Simpsons’ın mizahi tonuyla bir fikir sahibi de olabilirsiniz. Bunu başka dizilerde de görebilirsiniz elbette. Özellikle live-action sitcomlar ve bu listenin sonunda bahsedeceğim dizi bu anlamda gayet iyi. Ama başta söylediğim gibi, animasyon olsun veya olmasın, Simpsons kadar uzun süredir kesintisiz devam eden bir dizi bulmanız biraz zor olabilir. Doctor WHO bile belli bir süre ara verdi yani. Eğer basit ama seyir zevki çok iyi olan bir dizi arıyor ve bahsettiğim özellik hoşunuza gidiyorsa, Simpsons sizin içindir demektir. Detaylı bir Simpsons yazısıyla da karşınıza çıkma planlarım var.
Simpsons’ın bütün bölümlerini Disney+ üzerinden izleyebilirsiniz. Ayrıca dizi dışında da Simpsons içerikleri de var, yine Disney+’dan izleyebilirsiniz.
Futurama
Groening’den bahsetmişken, kendisinin seyir zevki ustalığını harika bir plot ve yaşam fışkıran karakterlerle harmanladığı bir bilim kurgu dizisi rüyalarımızı süslerdi değil mi? 1999 yılında, yeni milenyumun eşiğinde o diziye kavuştuk: Futurama!
1999 yılının son günüde sıradan bir gençsiniz. Sizi aldatan bir sevgiliniz, küçük düşürücü olduğunu düşündüğünüz bir işiniz ve hep aynı şeyleri yaptığınız bir hayatınız var. Peki yanlışlıkla bir hiperuyku tankına düşüp 1000 yıl sonra uyansanız ne olur? Size 2. bir şans verilirse nasıl kullanırsınız? Peki Futurama bu basit ama etkili plotu ilk bölümünün ilk 2 dakikasında yapıyor desem ne düşünürsünüz?
Futurama bir bilim kurgu dizisi olarak güzel fikirlere sahip olan ama Simpsons’ın izinden gidip bu fikirlere arkasını yaslamayan, bölüm içi karakter etkileşimleriden yürüyen bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Ama bu bölümlerin derinliği olmadığı anlamına gelmiyor. Milenyumun eşiği demiştim ya, bu dizi de adeta Matrix gibi (tabi daha komik) yeni bir çağa açılırken insanların bakış açılarını anlatan bir yapım. Ayrıca Bender gibi her gördüğümde yüzümü güldüren karakterler de cabası. Sarhoş robot bile başlı başına saçma bir kavramken Bender ne kadar mantıklı davranıyor siz düşünün yani. Dizinin çok güzel bir yanı da eski yeni ne kadar bilim kurgu dizisi varsa göndermelerle aralara sıkıştırmasıdır. Gelmiş geçmiş en iyi bilim-kurgu dizi olan Twilight Zone’dan sinemayı değiştiren 2001’e, arada görüp yakalamak bu serileri oldukça keyifli.
Bir not da düşeyim, dizi reboot atılacak ve bu yaz yeniden ekranlara dönecek. Her ne kadar bazı orijinal ses aktörleri dönmeyeceğini belirtse de merakla bekliyoruz kendilerini. Umarım orijinal tadı korurlar.
Futurama’yı halen izlemekteyim ve yine Simpsons gibi detaylı bir yazı yazmayı düşünüyorum. Dizinin bütün sezonlarını Disney+ üzerinden izleyebilirsiniz.
South Park
Ve kralı sona sakladım. İşte televizyonu kökünden değiştiren, ofansif mizahı ana akıma sokan, gereksizliği doruklara ulaştıran, parodileri belki de en iyi yapan ve Kardashianlar’dan dünyanın tamamı gibi nefret eden o dizi: South Park!
South Park, Matt Stone ve Trey Parker tarafından 1997 yılında yaratılan, hatta Simpsons’dan sonra en uzun süredir kesintisiz devam eden animasyon şovu unvanını da taşıyan bir sitcomdur. Dizi yüksek derecede yetişkin içerik barındırır ve dünyadaki herkese sallama kapasitesi vardır, hatta aşağı yukarı hepsine de sallar. 4 bölümü halen yasaklıdır veya ağır sansürlü yayınlanmıştır. 26. sezonu halen yayınlanmaktadır. Dizi yıllar boyunca evrilmiştir ve şu anki hali içler acısı olsa da, halen en sevdiğim dizi konumundadır.
South Park, diziye adını veren South Park, Colorado’da yaşayan insanları anlatır. Dizinin ana karakterleri 4 ilkokul çocuğu olan Stan, Kyle, Kenny ve özellikle Eric olarak geçse de zaman içinde belli bir odağı kalmamış, hatta son sezonlarda Stan’in babası olan Randy’ye odaklanan bir hale evrilmiştir. Neden özellikle Eric dedim, anlatayım.
Eric Cartman 9 yaşında, şişman, oldukça huysuz, babasının kimliği muaamada olan, ahlaki değerleri pek olmayan, annesinin iyi niyetinden geçinen, görece salak bir çocuktur. Yani şey, ilk 5 sezon için en azından. 5. sezondaki Scott Tenorman Must Die, hem Eric’i hem de direkt South Park’ı tamamen değiştirmeden önce diyelim hatta. Bölümü burada anlatamam, keza hem spoiler olur hem de baya iğrenç bir plot twisti var, ama bölümün etkisinden bahsedebilirim. Eric’in yaratılma sebebi aslen dizi tarihinin en şeytani ve sinir bozucu karakterini izleyicinin karşısına çıkarmaktı ama bu bölüme kadar bu yönde çok da fazla adım atılmadı. Ve dediğim gibi, 5. sezon sonrasında ise Trey ve Matt bize gerçek Eric Cartman’ı sundu. Hatta şunu söylemem lazım, Eric artık bir South Park karakteri değildi, Eric South Park’tı. Dizideki en önemli karakterdi. Dizideki diğer her karakteri çıkarsanız yine South Park gibi hissettirir ama Eric’i çıkarsanız artık tanınmazdı. Eric yaratılma amacına tam anlamıyla uyuyordu. Aşağı yukarı yaşayan herkese, özellikle Kyle ve Wendy’ye olan nefreti ve şeytanilikte hiçbir sınırı olmaması South Park’ı South Park yapandı. Hatta maksimum 4 paragraf olan bir başlığın kocaman bir paragrafını harcayabileceğimi ve kimsenin de karşı çıkmayacağını düşünüyorum. Bu da ne ki dersenizi, haklısınız derim. İnsanlar Eric için ciddi psikolojik yazılar yazıyor, üstüne araştırıyor ve tekrar tekrar dizi tarihinin en iyi yazılmış karakterlerinden birisi olduğunu hatırlıyordu. Eric, cidden muhteşemdi. Peki niye geçmiş zamanla konuşuyorum? Bunu yine detaylı bir South Park yazımda bahsedeceğim ama bir cümle ile özetlersem, son sezonların berbatlığı olarak çıkar bu cümle.
South Park sadece Eric mi peki? Hayır elbette. Butters var mesela. Kendisi benim en sevdiğim dizi karakteridir. Dünyadaki en iyi niyetli ve masum çocuk olarak yaratılan karakter, hem Eric hem başkaları hem de dizinin kendi yazarları tarafından defalarca oyuna getirilmiştir. Daha tonlarca karakter var, tonlarca espri var ama bu diziyi bu kadar sevmemin esas sebebi bunlar değil, tamamıyla yaratıcıların tutkusudur. Dizi kendi hayranlarını yakından takip eden, bundan da öte kendini çok iyi takip eden 2 kafadan çıkmıştır. Dizide ne kadar efsane varsa yerinde göndermelerle yeniden kullanılır, yaşatılır, hatta üstüne de eklenir. Dizi kendisini engellemek isteyen herkesle dalga geçercesine #cancelsouthpark etiketi bile çıkarmış ve ciddi ciddi pr kasmıştır daha ne diyeyim. Bu satırları çok büyük heyecanla yazıyorum çünkü ben bu diziye cidden aşığım. Beni bu kadar çok duyguya sokan ve düşündüren başka hiçbir eser bulamadım ve bulabileceğimi de düşünmüyorum. 26 sezon, 1 uzun metraj film ve özel bölümlerden sonra sadece şunu söylemek istiyorum: Teşekkür ederim Matt ve Trey. Teşekkür ederim.
South Park’ı kendi sitesi olan southparkstudios.com üzerinden İngilizce alt yazılı izleyebilirsiniz. Ayrıca bir izleme sırası da yok, IMDB puanlarına göre de izleyebilirsiniz.